Türk sineması ve Kadının ve Engelli Karakterlerin Sessiz Mücadelesi
Türk sineması uzun yıllar boyunca toplumsal kalıpları yeniden üretmeye çalışıyor. Kadın ve engelli karakterler nasıl tanımlanıyor ve yıkılması gereken klişeler…
Engelli karakterler ya kurban, ya kahraman ya da mucizevi bir şekilde iyileşen figürler olarak karşımıza çıkıyor. Kadın ise ya aşık bir genç kız ya fedakâr bir anne. Ancak hem kadınların hem de engelli bireylerin yaşamı da herkes gibi çok daha zengin, çok daha çeşitli. Sinemanın da artık bu çeşitliliği yansıtması gerekiyor. Bu yazıda, kadın ve engelli karakterlerin Türk sineması içindeki temsiline yakından bakacağız. Ayrıca yabancı sinemada neden daha gerçekçi temsiller gördüğümüzü ve Türk sinemasının neden hâlâ aynı hikâyeleri döndürüp durduğunu anlamaya çalışacağız.
Kadın Karakterlerin Evrimi: Güçlü Ama Kırılgan
Yeşilçam’dan günümüze kadın karakterler çoğunlukla erkeğin gölgesinde kalan figürler olarak sunuldu. Günümüzde kadınlar artık eğitimci, iş sahibi, özgür, karar verici roller üstleniyor. Ancak dikkat çeken bir başka boyut da şu: Kadın karakterler güçlü konumlarda bile çoğu zaman içsel bir kırılganlıkla tanımlanıyor. Başarılı bir iş kadını, yönetici ya da siyasetçi olabiliyorlar. Ama “Sanki güçlü olmak, kadının tamamlanmasına yetmiyor. Ve mutlaka bir yalnızlık ya da duygusal boşlukla eksik bırakılıyor.” mesajı veriyor ve kadının gücünü gölgeleyebiliyor.

Engelli Karakterler: “Ya Ağlat, Ya Mucize Yarat”
Engelli karakterler sinemada çoğu zaman üç klişe halinde anlatılıyor: ‘Acı ve dram’, ‘kahramanlık hikayesi’ ve ‘mucizevi iyileşme’. Bu temsillerde engelli karakter pasif, çaresiz ve acındırılması gereken biri olarak sunuluyor. Hüzünlü müzikler, gözyaşı dolu sahnelerle ile izleyicinin duygularına kolay yoldan ulaşmak hedefliyorlar. Diğer yandan, engelli birey sanki sadece başkalarına moral vermek için yaşıyormuş gibi anlatılıyor. Ya da film sonunda ayağa kalkıyor, gözleri açılıyor ve ‘mucize’ tamamlanıyor. Bu bakış açısı engelliliği geçici ve trajik bir durum gibi göstermekte devam ediyor. Fiziksel ya da zihinsel engel durumunu bir hastalık olarak algılayan toplumun düşünceleri de sinemaya yansıyor.
Toplumsal Yargıların Türk sineması üzerine Etkisi
Bu klişe temsiller yalnızca senaristlerin hayal gücünün ürünü değil. Aslında toplumun engelli bireylere ve kadınlara dair yerleşik yargılarından beslenmekte. Türk sineması, bu yargıları yeniden üreterek pekiştirir. Toplum Acı, dram, gözyaşı ister. Senarist izleyiciyi hızlıca duygulandırmak için senaryoyu şekillendirir. Bu temsiller, karakterleri birey olarak değil, toplumsal beklentilere göre ele alır. Engelli ya da Kadın karekteri toplumun görmek isteği şekilde canlandırılmıştır ve gerçekle ilgisi yoktur.
Gerçek Bireyler Ne Zaman Görünecek?
Gerçekte kadınlar da engelli bireyler de güler, kızar, hata yapar, âşık olur, hayal kurar.. Engelli karakterler yalnızca mağdur, kadın karakterler yalnızca kırılgan olmak zorunda değil. Bir engelli karakter mafya lideri, avukat ,öğrenci olurken de iyi ya da kötü bir adam olabilir. Aynı engelsiz kişilerde olduğu gibi. Kadın karakterler sadece duygusal değil, neşeli, kararlı, sıradan olabilir. Temsilin özgürleşmesi gerekir. Ancak duygusal manipülasyon gerçek hikayenin önüne geçmektedir.
“Mutlu ve Sıradan” Satmıyor Sanılıyor
“Sinemada daha çok dikkat çekici, yoğun duygulara dayalı hikâyeler tercih ediliyor. Bu yüzden engelli bireylerin çalıştığı, âşık olduğu, günlük hayatla uğraştığı sıradan hikâyeler ilgi çekmiyor. Oysa bu sade yaşamlarda da anlatılmaya değer çok şey var.”. Ama bu, dramatik senaryolar için yeterince ‘çarpıcı’ sayılmıyor.. Bu nedenle sinema, aşırı duygulara ve dramatik olaylara yöneliyor.
Peki Ya Yabancı Sinema?
Yabancı sinemada engelli bireyler suçlu, mizah unsuru, bilim insanı, sıradan birey gibi çok yönlü rollerle karşımıza çıkıyor. Kadın karakterler yalnızca anne değil; lider, isyancı, yalnız ama güçlü figürler. Çünkü Senaryolarda çeşitlilik, yalnızca estetik bir tercih değildir. Farklı karakterlerin, kimliklerin ve yaşamların tüm gerçekliği ile yer alması, hikâyeye daha özel bir zemin kazandırır. Bu sayede izleyici sadece görmekle kalmaz, hisseder ve bağ kurar.

Engelli Senarist, Yönetmen, Oyuncu Olması
Sıradan hayatlar ‘satmaz’ sanıldığı sürece, sinema klişeye mahkûm kalacak. Ayrıca engelli bireylerin kendilerinin üretime dahil olması gerekiyor. Bunun örnekleri de var elbette.
“Engelli bireyler, senaryo üretim süreçlerinde ve kamera arkasındaki yaratıcı alanlarda hâlâ yeterince yer alamıyor. Oysa onların günlük yaşamlarını, başarılarını ve gerçek hayattaki mücadelelerini konu alan hikâyeler, sinemaya gerçeklik ve derinlik kazandırır. Senarist, yönetmen, kameraman ve yapımcı gibi bu süreci şekillendiren rollerin bizzat engelli bireyler tarafından üstlenilmesi de en az o kadar önemlidir. Gerçek bir değişim, engellilerin sadece hikâyelerde değil, hikâyeyi kuran ellerde de yer almasıyla mümkündür.”
Türk Sineması Gerçek Temsil İçin Yeni Hikâyeler
Kadın ve engelli karakterlerin sinemadaki temsili, yalnızca bir estetik mesele değil; aynı zamanda bir toplumsal bilinç sorunudur. Sinemada gerçek temsil, bu karakterlerin klişe dışı, çok boyutlu, güçlü ya da sıradan halleriyle perdeye yansımasıyla mümkün olur. Bu dönüşüm, yalnızca yönetmenlerin ya da senaristlerin tercihiyle değil; toplumsal bakışın da değişmesiyle sağlanacaktır. Artık Türk sineması, bu karakterleri yalnızca acı çeken ya da ilham veren figürler olarak değil; hayatın içinde, kararlar alan, ilişkiler kuran, hatalar yapan, sıradan ama gerçek bireyler olarak anlatmalıdır.
Son Söz
Kadınlar ve engelli bireyler sinemada artık ağlatmak için değil, yaşamak için var olmalı. Çünkü hayat gibi temsil de çok renkli, çok boyutlu ve gerçek olmalı.